GÜNAH
Kendini ciddiye almak herkesin görevidir; bu, kişinin kendisini resmi ve çekingen görmesinin doğru ortalaması-dır. Kişinin kendisine karşı çekingen olmasının hiçbir faydası yoktur. Kişi neredeyse orada olma hakkı, düşünme hakkı, ne olup bitiği konusuna el atma hakkına sahiptir. Bu hakların ne kadar ileri gidebileceğini bize doğru bir şekilde anlatabilecek tek şey, zaman ve durumun gerektirdiği doğal davranış biçimidir. Fakat çekingen olmak uygunsuz bir davranıştır çünkü eğer kişi bu noktaya nasıl geldiğini ya da bu fikri nasıl edindiğini açıklama konusunda diretirse, diğer insanlar kişinin açıklama ve mazur görülmeye ihtiyacı olduğunu düşünürler. Fakat kişinin kendisine karşı resmi olması daha bile kötüdür, çünkü İngilizler insan içinde hoşgörülü olmalarına rağmen yalnız kaldıklarında eleştirel olurlar, çünkü onlar bir insana onu utandırmadan kendine güveninin bol olduğunu belirten nazikçe aşağılamayı sunma sanatını kapamamışlardır ve bu tarz bir sahneden hoşlanmazlar. İngilizler bir aşağılama yüklediklerinde bunu Dr.Johnson'ın yaptığı gibi, vahşice ve vurgulu bir şekilde yaparlar ve bu genellikle kendilerini ortamdaki onaylamama durumundan kurtarmak anlamına gelir. Bir İngiliz'in saygı gören bir kişi olması gerekir ve resmi hayatın en kötü ayartıcılarından birisi de kişiyi ciddi olmaya ayartmadır. Wordsworth'un Abbotsford'da yaşadığı zamandan kalma eski bir hikaye vardır Scott ve Wordsworth hakkında. Tüm ziyaret boyunca Scott, Wordsworth'un şiirlerine karşı küçük hoş ve kibar taşlamalarla doluydu. Ve konuklardan birisi ziyaretin sonunda wordsworth'un dudaklarından, konuğunun hiçbir zaman bir satır bile şiir ya da nesir yazmamış olduğunu bildiğini belirten bir kelime bile çıkmadığım gösteren kayıtları sunmaktadır.
Diğer gün biraz şöhrete sahip bir adamın resmi töreninde oturuyordum. Ve adamın kendinden ve alışkanlıklarından, yiyeceklerinden, çalışma saatlerinden ve maruz kaldığı benzer sırlara olan donuk kayıtsızlığından bahsettiği yol boyunca gerçekten hayrete düştüm. Konuşmacı bitirene kadar, sadece bekledi ve sonra kendi hikayesine yeniden başladı.
Endişelerimize önem derecelerinin de üzerinde değer vermemizi sağlayan işte bu tarz bir egotizmdir, çünkü tüm bunlar bize kahramanın rolünü oynadığımız itibarlı bir oyunun gerekli unsurları gibi görünür. Sorumluluk hissi üzerinde çok fazla dururuz ve dinsel konuşmalarda sık sık yapıldığı gibi erkek çocuklarına ne yaparlarsa ve ne söylerlerse, bunun çok uzaklarda bir sonucu olduğunu, her tür küçük kelimenin bir etki yaratabileceğini, herhangi bir dikkatsiz konuşmanın ya da örneğin bir başkasının üzerinde felaket getirici etkisi olabileceğini anlatmaya başladığımız takdirde, ukalalığın gereği olan kendini önplan çıkarmayı desteklemek için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz demektir.
Şu zamanda ingiliz hayatında alçakgönüllülük ve resmiyet arasında tuhaf bir karışıklık var. Yaşamak için büyük bir zevk, heyecana olan aşk, geleceğin ilgi alanlarını şu anın zevkine indirgemeye çalışma ve tek ciddi kötülüğün sıkıntı olduğunu düşünme eğilimi var. Bu, kendi çapında yeterince sağlıklı bir durum, çünkü yaşamdaki ilgi ve zevki temsil etmektedir. Fakat doğamızda başka bir tarz var, Sofu atalarımızdan miras aldığımız dinarlık tarzı. Sofuların günah hislerinden büyük bir ilgi çıkarmış oldukları unutulmamalıdır.
Feodal çağın eski mücadeleci unsurları yok oldukça, askeri kan savaşma içgüdüsünü korumuş ve bunu ahlaki bölgelere çevirmiştir. Macera hissi kendini tatmin etmeye zorlanmaktadır ve de "Hacıların İlerleyişi" eski mücadeleci ruhun tamamen orada tehlike altında eğlenerek ve insanın düşmanların ortasında olduğu düşüncesiyle coşarak bulunduğunun yeterince açık bir kanıtıdır. Günah kendisini Sofulara içinden bir miktar eğlence çıkartabilecekleri bir şey olarak sundu, ona ruhunu teslim etme eğlencesi değil ama kılıcını çekme ve birtakım kurnaz darbeler alma eğlencesini. Vaizler bu günlerde günah hissini kaybetmemizin yasını tutarken, aslında kastetmek istedikleri şey mücadeleci ruhumuzu kaybettiğimizdir. Yani, artık düşmanlarımıza açık ve acımasız şiddetle muamele etmemiz gerektiğine inanmıyoruz ve bu tarz davranışı sadece bir günahı diğer bir günaha karşı kullanmamız olarak algılıyoruz. İncil'de Hristiyan yaşamının mücadele fikriyle ilgili hiçbir yetki yok. Bu tarz metaforların ve önerilerin tümü St.Paul ve Kıyametten gelmektedir. Gerçek şudur ki dünya, İncil'in barışçıllığına tam olarak hazır değildi ve barışçıllığın dünyanın şiddetine uydurulması gerekiyordu.
Şimdi gene Hristiyan düşüncesi bilimsel ve tıbbi bilgilerle renklendirilmiş durumda. Ve günah, mücadele etmemiz gereken bir düşman olmak yerine, tedavi etmemiz gereken bir hastalık haline geldi.
Günahlar, sıradan hayatın sıradan günahları, kural itibariyle, kendi içlerinde diğerlerinin zararına bencilce işlenen günahlar kadar kötü olan içgüdüler değil. Günah kendi gerekliliği içinde destekte bulunmayacak ve avantajları adil olmayan bir şekilde diğerlerinin dezavantajlı durumunu önemsemeden koruyan bencilliktir. ANLAYIŞLI YARATICILIK günahın gerçek düşmanı, kişinin kendisini başkasının yerine koyma gücüdür. Ve bugünlerde çok rastlanan bu duygunun çoğu, anlayışın büyüdüğünün kanıtıdır.
Günahla ilgili eski teori kişiyi korkunç bir ikileme sokar çünkü bu teori insanı güçsüz ve kararsız yaratmak ve onun zayıflığını zorba isteklere bırakmak için Tanrı tarafından hain bir düşmanlık anlamına gelmektedir. Doğruyu yapma gücündense kötünün daha güçlü olma isteğine izin vermesi şeytani bir oyundur. Kişi basitlik ve yararlı hesaplara olan isteği uğruna gerçeği feda etmemelidir. Gerçek, karmakarışıktır ve anlaşılması güçtür ve ona yalın ve belliymiş gibi davranmak sadece ikiyüzlülüktür. Kalvinizmin gücü hayatın gerçeklerinden çıkarılan doğal bir yoruma korkunç bir şekilde benzemesidir. Fakat eğer herhangi bir çeşit Kalvinizm doğruysa eğer, o zaman Tanrının sevecen ya da adil olduğunu söylemek sadece zekayı aşağılamaktır. Fakat neye inanmamız gerektiği konusunda basit bir seçim yapmamız gerekmektedir ve tek umut şimdiki zulmün ve haksızlığın sonuçta sevgi ile tutarsız olmadığını düşünmektir. Dünya ve hayat hakkında bir şeyler bilen hiç kimse acı çekmenin ahlaki hatalardan kaynaklandığını ya da onlarla orantılı olduğunu düşünür veya söyler gibi davranamaz. Ve eğer tüm felaketlerimizi cezai sonuçlar olarak görmeye itilirsek, o zaman onlara karanlık ve iğrenç durağanlıkla tahammül etmeye itiliriz.
Başımıza gelen birçok felakete biraz maneviyat göstermek, onlara tembel refahla gelmeyen cesareti uyandırmak, anlayışımızı artırmak, deneyimlerimizi genişletmek, olayları daha açık hale getirmek, zihnimizi ve yüreğimizi geliştirmek, kendimizi maddesel ayartıcılardan kurtarmak için sunulan olanaklar gözüyle bakmak daha sağlıklı ve daha yüreklendiricidir. Geçmişte kalmış acı çekme her zaman kötü değildir, genellikle heyecan verici bir iyileşmedir.
Hayatı, Odysseus gibi, maceralı bir şekilde yaşamak iyidir. Cyclops'un mağarasına yol bulmak yerine kendisini tehlikeli davranışının sonucunun hangi unutulmuş günah olacağını düşünmeye bıraksaydı, kişi Odysseus hakkında ne düşünürdü? Acı ve felaket bize yaratıcılığımızı ve cesaretimizi geliştirmemiz için gelir, bizi yıldırmak ya da dehşete düşürmek için değil. Bu yüzden de deneyimlerimize eğlence hissiyle ve eğer mümkünse canlı bir merakla yaklaşmalıyız. Tabi tutulduğu ameliyatı diğer gün anlatan bir adam hatırlıyorum, "korkunç görüşmem" dedi gözleri hatıranın verdiği zevkle parlayarak, "Ameliyat odasına girdiğimde ve cerrahları giysileri içersinde gördüğümde, her tarafta kovalar ve leğenler vardı, ve beni masaya yatmaya çağırdılar." Yaşadığımız korkuların hatıraları kadar hoş bir şey yoktur ve bunları küçümsemeyi yalnızca ne kadar kaçık olduklarını fark ederek öğrenebiliriz.
Korkuların zamanında hoşa gittiklerim kastetmiyorum ama onlara atılırsak ve riayet edersek onları çok fazla onurlandırırız. Gene de onlar tarafından işkence görebiliriz, zihnimizin bir köşesinde her zaman bu korkulara yatkınlığımızı küçümseyen bir şey vardır ve bu da güvenmemiz gereken daha derin bir içgüdüdür.
Fakat Tanrı'nın Zihninin cezalandırmaya dayalı olduğuna dindar bir şekilde inanma konusunda kendimize izin verdiğimiz sürece, buna güvenmeye de başlayamayız. İnsanlığın yapmaya yatkın olduğu hata berbat bir hatadır. Yazık ki bu bizim içimize eski zamanlarımızdan işlemiştir ve dinsel ifade tarzı sürekli bunun tarafından kirletilmektedir. Aslında Kurtarıcımız buna hiçbir destekte bulunmadı. Tamamen yalın bir şekilde "yargılama" teorisine karşı konuştu. Acı çekme bazı zamanlarda tabii ki günahın bir sonucu, ama bu kinci bir ceza değil, aslında hatamızı öğrenebiliriz. Fa-kat Tanrı'nın intikamlarla dolu fikrini bırakmalıyız. Bu en arsız insanlıkla değerlerimize yerleştirilmiştir. Sadece örnek olmadığı takdirde güvenliğinin tehdit altında olacağından korkan zayıf insan intikamla ilgilenir. Kibirini küçük düşüren, gücü konusunda bir şüphe ya da istekleri konusunda dikkate almamazlık yaratan herhangi bir şey konusunda kızgın olurlar. İntikam korkudan doğar ve Tanrı'yı kinci olarak görmek onu korkuya yatkın görmek demektir. Durgunluk ve sorgulanmayan gücün korku ile hiçbir alakası yoktur. Milton bu inancı ölümsüzleştirme konusunda büyük ölçüde sorumludur. Her Şeye Kadir olanın, Oğluna bu sözleri söylemesini sağladı:
"Hadi öğütte bulunalım, ve bu tehlikeli resme Kalan gücümüzle, Ve savunmamızda Yer alan şeylerin tümü, Biz farkında olmadan kaybedilmesin diye... Bu yüksek yerimiz, kutsal yerimiz, tepemiz."
Milton'un bu fikri, başedebileceğinden daha fazlasını üstlenen ve işlerin çok ileri gitmesine izin veren Güç'ünki kadar dobraydı. Fakat bu Tanrı'nın çocuksu bir şekilde kavramlaştırılmasıydı. Ve Tanrı'dan tedbirler alması gereken ya da insani iradenin yaptıklarında korkacak bir şeyi olan Güç olarak bahsetmek veya onu öyle düşünmek konusunda kendimize izin vermek tüm ufku bir anda bulutlarla kaplamaktır.
Bundansa Tanrı'yı bir nedenle kusurlarla işleyen Güç olarak düşünmeliyiz. Dünyanın savaşı, tembelliğe karşı yapılan savaştır. Ve korkularımız da bu savaşın gölgeleridir.
O zaman, korku bize deneyimlerle yüzleşmekte olduğumuzu ve görevimizin bunu umursamamak, bunlara uygun bir şey bulmak, onun diğer tarafında bulunmak olduğunu göstermelidir. Aslında tüm bunlar maceradır! İçinde bulunduğumuz felaket bizi yaratmış olan Sonsuz Gücün başarısızlıklarımızla canının sıkıldığını ya da bizi ezmek için var olduğunu bize göstermek için gönderilmemiştir. Doğrusu tamamen tersidir. Bu, bize denemeye gelişmeye değer olduğumuzu ve devam etmenin görkemine sahip olmamız gerektiğini göstermek içindir. Ölümün büyük korkusu sevgiye olan inancımızın son denemesidir. Korkaklığın, cesaretin güzelliğini öğrenmek, uyuşukluğun, enerjinin değerini anlama olduğuna, bencil olan insana anlayışı öğretmek gerektiğine kendinden emin bir şekilde inanmalıyız. Eğer bir metafor kullanmamız gerekirse, bundansa Tanrıyı dümdüz oturmak yerine düşen oyuncak bebeğini döven bir çocuk-tansa, mücevherlerin en ağırı olarak düşünelim.
Bize zarar veren, Tanrı'yı kıskanç, şüpheci, gücünü kullanmaktan zevk alan, intikamla dolu, gaddar gibi onur kırıcı bir şekilde düşünmemizdir. Bunun yerine onun yüreğini cesaretle, enerjiyle ve umutla dolu, eğlence, hafiflik, zevk ve neşe ile dolup taşar gibi düşünmeliyiz ve sonra başarısızlıkları, korkuları ve gecikmeleri ufak ve önemsiz şeyler olarak görebiliriz, kötülüklerle dolu tuzaklar olarak değil ama yolun pürüzlü parçalan, ortadan kaldırılacak ve gücümüzü ve neşemizi geliştirecek engeller olarak görebiliriz. Dünyada kendimizi zannettiğimizden daha güçlü bulmamız kadar büyük bir keyif yoktur ve bu da tanrının bize kızı acı verici bir hastalıktan ölmek üzereyken ona cehennemin tüm yetersizliğinin acıma olduğunu hatırlaması gerektiğini söyleyen yaşlı Kalvinistin ruhunda göstermeye eğilimi olduğu şeydir, bize aşağılık ve basit olduğumuzu kanıtlama eğiliminde değildir. Bu böyledir, fakat cehennem aslında hayatın çöp kutusu, kırılmış amaçlarımızın en son kabı olmaktansa başladığımız ve içinden yolumuzu bulmamız gereken yerdir
DERLEYEN... (EDİTÖR)
İletişim:
[email protected]