DÜŞÜNCE VE SAĞLIK

DÜŞÜNCE VE SAĞLIK
"İnsanı yaşatan ruhtur. Et hiçbir işe yaramaz."     İNCİL
İnsanın her iradesi, her düşüncesi beyninde doğar, oradan vÜcut organlarına geçer ve nihayet fiil halinde belirir. Beyinden vÜcuda geçen her düşünce vücut organlarıyla ahenk içindedir. Bu suretle insan kendi hayatını maddi varlığı içinde kurar ve hal tercümesini kendisi yapar ve yine bu suretle melekler her insanın vücudunun teşekkülüne bakarak onun hal tercümesini keşfederler. S WEDENB ORG
Düşüncenin gerek sağlık gerek hastalık üzerindeki gücünü ispat etmek için bilimsel deneylere ihtiyaç yoktur. Hergün gözlerimizin önünden geçen hadiseler bunu ispat etme­ye yeter. Doktorların elde ettikleri yüzlerce misalden birkaçtanesini ele alalım.
Bazı düşüncelerin öldürücü tesirlerine o kadar alışmışız ki, hastalığa ve ölüme sebep olabileceklerini düşünmeyiz bi­le. Falan kimse kalp sektesinden ölmüş, deriz. Bu ne demek­tir? Sadece şu demektir ki, ansızın gelen bir heyecan -yani bir düşünce- vücudun mekanizmasını sarsmış ve hayatı durdur­muştur. Korku -yani korkmak düşüncesi- kalbin hareketini felce uğratmıştır. Bu düşünce kalbi o kadar şiddetle hareket ettirmiştir ki, kan damarlarından biri çatlamıştır.
Ansızın gelen bir sevincin dahi, ince damarların çatlamasına yol açan bir kan hücumunu davet ettiği görülmüştür.
Sevgilisini kaybeden bir adam, duyduğu şiddetli acının tesiriyle hastalanmıştır. Hastalık, mahiyeti itibariyle geçici bir arızadan ibaret olduğu halde, heyecandan zayıflayan vücut daha fazla direnememiş ve hasta, ölmüştür.
Hiçbir hastalığa tutulmaksızın, yalnız kayıp acısını düşünmekten ölenler dahi vardır. Geçenlerde Londra' da elektrikli tren alevler içinde kaldı­rım üstüne yuvarlandı. O sırada trene binmekte olan genç bir kadın kazayı görür görmez yere düştü ve öldü. Kadını mu­ayene ettiler, elektrik cereyanına kapılmamış ve bir tarafı incinmemişti, bir hastalığı da yoktu. Sadece tehlikenin verdiği korku kadında o kadar derin bir tesir uyandırmıştı ki, bir da­marı kopmuş ve ruhu vücudundan ayrılmıştı. Beyni daha sa­kin ve dengeli olsaydı hayatı kurtulurdu.
Güzel bir genç kız golf oynarken golf sopası yüzüne çarptı ve çene kemiğini kırdı. Birkaç hafta içinde yarası kapandı, fakat çenesinde yara izi kaldı. Bu iz kızın güzelliğini bozdu. Çirkinleşmek fikri sinirlerine o kadar işledi ki, insanlardan kaçmaya başladı. Derin bir melankoliye girdi. İnsanların kendisinden iğrendiğini düşünüyor ve bu düşünce ile yaşama zevkini ve vücudunun kuvvetini kaybediyordu. So­nunda yatağa düştü, hekimler iç organlarında bir arıza bula­madılar. Bu takıntı zavallı kızı derece derece kuvvetten düşürdü ve sonunda öldürdü. Bu, maneviyatın maddiyata üstün geldiğine bariz bir misaldir. Eğer bu biçare genç kız bu takıntıyı zihninden atabilseydi sağlığına kavuşabilecekti.
Korkunun, üzüntü ve kederin, birkaç saat veya birkaç gün içinde, saçları beyazlattığı tarihte çok görülmüştür. Baviera Kralı II. Louis, Fransa Kraliçesi Marie Antoinette, İngiltere Kralı i. Charles ve Brunwick Dükü tarihe geçen misallerdir. Modern hayatta bu gibi olaylara hergün rastlanmaktadır. Şiddetli heyecan vücutta kimyevi maddelerin, büyük bir ihtimalle, kükürdün oluşmasına sebep olmakta ve saç özsuyu­nun rengini değiştirmektedir. Bu oluşum yaş ilerledikçe ya­vaş yavaş ve derece derece meydana gelirken şiddetli heye­can, durumu hızlandırmaktadır.
Doktor Rogers diyor ki: "Saçların ölümünü çabuklaştıran sebepler çoktur. Başlıcaları ihtiras, tasa, kaygı ve takıntıdır."
Hiçbir yarası olmadığı halde ağır bir yara aldıkları fikrine kapılarak ölen insanlar görülmüştür. Bir tıp öğrencisine arka­daşları, şaka yoluyla, vücudundan kan aldıklarını söylemişler ve öğrenci korkusundan ölmüştür. Zehir yuttuğunu zanneden bir adam, mide şişkinliği vesaire gibi zehirlenme belirtileri göstermiş, yanıldığı ispat edildikten sonra rahatlamıştır.
Diğer taraftan korku ve telaş, yahut büyük sevinç gibi şiddetli düşüncelerin tesiri altında ıstırabın ve hastalığın or­tadan kalktığı görülmüştür.
Heykeltıraş Benvenuto Cellini, şimdi Floransa' da bulu­nan meşhur Persee heykelini bitirip fırına koyduktan sonra ansızın sıtmaya tutulmuş ve evine gidip yatmak zorunda kalmıştı. Sıtma nöbetleriyle kıvrandığı sırada işçilerinden bi­ri yanına koşmuş, "Üstad! heykeliniz fırında bozuldu, kurta­ramadık" demiştir. Sanatkar aceleyle giyinmiş, fırına koş­muş, heykelin bozulmuş olduğunu görmüş. Derhal kuru odun getirilmesini emretmiş, ateşi kızdırmış, yağmurun al­tında çalışmış ve eserini kurtarmıştır. Hikayesine şöyle de­vam ediyor: "Orada bir masa üzerinde gördüğüm bir tabak salatayı alarak iştahla yedim, işçilerle birlikte içtim, saat sabahın ikisine gelmiş olduğundan doğruca evime dönüp yatağıma yattım. Kendimi dinç, sağlıklı ve neşeli hissediyordum. Hiç hasta de­ğilmişim gibi rahat bir uyku çektim." Heykelini kurtarmak fikri zihnine o kadar kuvvetle işlemişti ki, sadece hastalık fik­rini beyninden kovmakla kalmamış aynı zamanda hastalığın kendisini de vücudundan atmıştı.
Kuzey Afrika kumandanlarından Mevlay Molu ümitsiz bir hastalıkla, hemen hemen can çekişme halinde yatarken orduları Portekizlilerle dehşetli bir savaşa tutuşmuşlardı. Askerlerin zayıflamaya başladığını ve yenilme alametlerinin belirdiğini işitir işitmez, yatağından fırlayarak ordusunun başına geçti ve zaferi kazandı. Zaferi elde edinceye kadar savaştığı halde ondan sonra takatten kesildi ve öldü.
Doktor Elissee Kaae'nin biyografisini kaleme alan yazar şöyle anlatıyor: "Gördüğü vakalar içinde ruhun bedene olan üstünlüğünü en iyi ispat eden bir olayı anlatmasını rica et­tim. Bir dakika düşündükten sonra şu cevabı verdi: 'Ruh vü­cudu tabutundan bile çıkarabilir. işte size bir misal: Bir vapurda uzun bir seyahat yaparken kaptanımız ölüm derecesinde hastalandı. Ölüm derecesinde dediğim zaman asla abartmıyorum. ihtiyar vücudu baştan ayağa kadar yaralar
içinde idi. Yaşaması ancak bünyesinin olağanüstü sağlamlığı sayesinde mümkün olabiliyordu. O sırada tayfalar arasında bazı kargaşalıklar çıktı. Kaptanın son nefesini vermesinden sonra bu kargaşalıkların ayaklanmaya neden olacağından hiç şüphem yoktu. Vazifesini yaparken şerefle ölmesini istedim. Kamarasına inerek kulağına 'Tayfa ayaklandı, kaptan!' diye bağırdım. Bir cenaze haline gelmiş olan vücudunu silkeledi.
'Beni güverteye çıkarıp bu adamları yanıma çağırınız!' dedi.
Şikayetleri dinledi, lazım olanları cezalandırdı. Hiçbir kargaşalık kalmadı ve o dakikada kaptan nekahat haline girdi."
Brezilya imparatoru Don Pedro Avrupa' da hasta yatıyordu. Hastalığı esnasında kendisine vekillik eden kızından bir telgraf aldı. Hükümdarlık hayatının en birinci ülküsü olan esaretin kaldırıldığını ve memlekette esaretin lağvedildiğini müjdeleyen bu telgraf üzerine hastalıktan kurtuldu.
Zayıf ve narin yapılı hasta, kendi iradesiyle bir iş göremeyecek kadar aciz, odası içinde ancak yürüyebilecek derecede dermansız bir kadın, uyuyan çocuklarını yangın alevlerinden kurtarmak için birkaç kat merdiveni koşa koşa çıkmak kuvvetini nereden buluyor? Şüphesiz vücudunun fi­ziksel durumda, kaslarında, kanında bir değişiklik olmamış­tır. Bununla beraber, işte normal zamanda asla beceremeye­ceği bir işi yaptı. Tehlike karşısında zayıflığını unuttu, yalnız sevgili evlatlarının hayatlarını düşündü. O kadar sağlam dü­şündü ki, kafasındaki düşüncenin gücü bedenine üstün gel­di, vücudunun ihtiyacı olan enerjiyi bu düşünce ona verdi.
Ruhun maddeye üstünlüğünün hergün birçok misaline rastlıyoruz. Asıl şaşılacak şey bu üstünlüğü anlamakta ve pra­tik neticelerinden faydalanmakta insanlığın neden bu kadar gecikmiş olduğudur. Okyanusları ve havaları aşan, mesajlar gönderen, insan seslerini uzaklara yayan elektrik kuvveti, ezel­den beri var olduğu halde biz bilmiyorduk. Bunun gibi ruhun mükemmel pek çok özelliği her zaman var olmuş, fakat bilin­memiş ve ancak son zamanlarda anlaşılmaya başlanmıştır.
Hastalık tedavisinde ruhun oynadığı rol hekimlerin göz­lemleriyle sabittir. Bunun üzerine çok kitaplar yazılmış ve misaller gösterilmiştir. Kral VII. Edvard tarafından Oksford Üniversitesine profesör tayin edilmiş olan en yüksek tıp oto­ritelerinden biri olan Doktor William Osler Amerika Ansiklopedisi'nde şöyle yazıyor:
"Ruh metodu-Method e psychique" tedavi biliminde öteden beri önemli bir yer tutmuş, fakat yeteri derecede ta­nınmamıştır. Ruhu yükselten, kanı daha serbest deveran etti­ren, sinirlerin gerginliğini gideren iman gücü tedavide esaslıbir rol oynar. Cesaretsizlik, inançsızlık çok defa en sağlam bünyeyi mezara götürür. Ümitsizlik en iyi ilaçları tesirsiz bı­raktığı halde, ilaç yerine verilen bir kaşık su veya ekmek kı­rıntılarından yapılan haplar inanç sayesinde mucizevi tesir­ler yaratır. Tıpta başarının esası şudur: Doktora, reçetelerine ve metodlarına inanmak."
Aynı ansiklopedide Columbia Üniversitesi profesörle­rinden Doktor ]eliffe şöyle yazıyor:
"Hiç şüphesiz en eski ve bununla beraber en modern tedavi yolu 'telkin' dir. imanla tedavi bir mezhebin veya bir kilisenin tekeli altında bir sistem değildir. ister Tanrı'ya iman etmek, ister tahtadan ve taştan yapılmış putlara inanmak, is­ter kaba ve boş itikatlara sapmak suretiyle olsun yada doktora veya kendi kendimize inanç şeklinde kendini göstersin beynin bu tezahürleri vücut organlarının vazifelerini kolaylaştırırlar. Gerçi, iman kuvveti dağları devirmez, kırık bir bacağı tamir edemez, fonksiyonunu yitirmiş bir organı dirilte­mez, bir felci tedavi edemez. Bununla beraber telkinin çeşitli şekilleri tedavi ilminin en kıymetli yardımcılarından biridir.
Üfürükçülerin, hipnotizmacıların, somnanbül taslaklarının, çıkıkcıların, daha başka çeşit çeşit tufeylilerin başarıları ve suistimalleri bundan ileri gelmektedir. insan ruhu inanmaya meyillidir, arzu ettiği ve olmasını istediği bir şeye inanır. Hekimlikte de telkin usulü hem iyiliğe hem fenalığa yarayan büyük kudretlerden biridir."
Doktor Jeliffe bu yazısında aşırı muhafazakarlık göstermiş olmalı. Kendisi de şüphesiz kabul eder ki kırık bir kemiğin tamirinde hastanın zihninin büyük bir payı vardır. Aynı şekilde şifaya kuvvetli bir ümit bağlamanın -iklim ve sağlık koruma şartları uygun olursa- dermandan kesilmiş hastaları tedavide büyük bir rol oynadığını, tüm sinirleri sarsan şiddetli heyecanların tesiri altında bazı felç vakalarının da kökünden tedavi edildiğini kabul etmemesi mümkün değildir.
Bundan uzun zaman evvel Sir James Simpson şöyle demiştir:
"Hekim ruhun beden üzerindeki etkisini ihmal ederse, sanatının en mühim kaynağından faydalanmakta kusur etmiş olur."
Churchill şu dizelerinde bize bir sağlık felsefesi veriyor:
Sağlığın en doğru yolu -ne derlerse desinler Kendimizi hiçbir zaman hasta sanmamaktır.
Biz zavallı fanilerin birçok hastalığı
Doktorlardan ve hayallerimizden bize gelmektedir...
DERLEYEN... (EDİTÖR)
İletişim:[email protected]


Bu makale şu konularla ilgili olabilir :sağlık - düşünce - ruh - -

Yorumlar